Ege Üniversitesi Şiir Topluluğu 20. Yılını Kutluyor



Ege Üniversitesi Şiir Topluluğu 2002 yılında yeniden kurulduğunda, bugün bütün bunları yapıyor olacağımızı hayal etmekten çok uzaktaydık.

Üniversite toplulukları amatörlüğün verdiği o enerjiyi sürekli bir rahatlık potansiyeliyle besler ve ortalamanın altına iner. Sorun ortalamanın altına inmek değil, ortalamanın farkında olmamaktır. Yani amatörlük bir ruh hali değil, beceri ve düşünce özrü olarak ortada dolaşan bir hayalettir.

İşte hani 80 sonrası politik ayrımlardan sıyrılan ve serbest piyasa ile yeniden kaynaşan Türkiye’nin üniversiteleri de amatörlüğün o geri dönülmez boşluğu ve cazibesi içinde öğrencilerin latent dönem enerjilerini boşaltacakları yepyeni bir alan bulmuştur: kulüpler. (bir fkf’den bahsetmediğimiz açık sanırım.)

Üniversite toplulukları da diyebildiğimiz bu kulüpler, aslında politik farklılaşmayı “hobi” düzeyinde durdurup eşitleyecek post-fordist yaklaşımın bizdeki geç yansımalarıdır. Hobiler aynı zamanda tüketime ve kimlik bulmaya ilişkin de “normal hayat” dışının yapıtaşlarıdır. Hatta normal hayata referans verilen ve onu yücelten araçlardır da. Düzenlenmiş serbest zamanın kontrol altında tutabileceği, sınıflandırıp bu şekilde piyasada dolaştırabileceği bir şeydir hobi, şiir.

Neyse uzatıyoruz yine, biz araç-amaç ikiliğini plastik bardaklar elimizde erirken geçmiştik. (e-kafedeydik.)
Topluluk 1990, 1999 ve 2002 yıllarında kurulduğunda edebiyat fakültesi bölümlerine devam eden başkanlara sahipti. İlk ve son kurucuları da tiyatro topluluğunda etkin çalışmış iki ayrı kişiydi (eütt). Bu edebiyat fakültesi kültü ve tiyatro temeli, şiirin çalışılmış diyaframa ve biraz da gizemli tarafındaki sese yüklenen bir anlayışı da beraberinde getirdi. Bizim hem reddettiğimiz hem de evirerek ve parodisine erişerek dinletilerde kullandığımız bir şeydi bu ses. Sahneden attığımız her mum bizi özgürleştirdi. Bize reddedebilecek kadar açık noktalar bıraktıkları için onlara çok teşekkür ederiz. Biliyoruz ki her evre müthiş bir red ile çalışabiliyor. Onlar olmasaydı biz hala Freud’u tartışamıyor olurduk. (Freud o denli açık yazdı ki onun izleyicileri onu kolaylıkla yanlış kodlayabildiler. ― Lacan)

Üniversitelerdeki şiir-edebiyat toplulukları kısmen Edebiyat Fakültesi gözetiminde çalıştıkları için bazen Türkçeci, bazen de Osmanlıcı kalırlar. Böylece kültür-sanat şemsiyesi altında kaydıkları eksen de kütür kütür bir kültürdür. Bu sırada en fazla akademinin yoğun referans hükümlerinde cümle kalıplarını devrik hale getirebilir ya da Mehmet Kaplan’dan kalan şiir çözümlemelerini odalarına asabilirler.

Fakülte etkisi dışında kalan topluluklar ise (dışında kalmayanlar da) yoğun bir orta şair etkisine maruz kalırlar. Yılmaz Erdoğan, Yusuf Hayaloğlu, Murathan Mungan, İbrahim Sadri, Yılmaz Odabaşı, Sunay Akın, Ahmet Telli, Cezmi Ersöz, Ahmet Selçuk İlkan (ve kısmetse İclal Aydın) onları sıkan bir ağ gibi sürekli önerilen, okunan şiirler olarak toplulukları sarar. Hatta bu şairler arasına Can Dündar bile girebilmektedir (bu karışıklığa daha sonra değineceğiz). Böylece Orhan Veli ile İbrahim Sadri bir anda onlar için aynılaşır. Bu beğeni düzeyi, toplulukları taşıyan orta okur için bir kader gibidir. Bu yüzden genel olarak şu an Türkiye’deki herhangi bir üniversite topluluğu eğer şiirle ilgiliyse, İkinci Yeni’den haberdar olması, bugünün durumu için iyimser bir düzeydir diyebiliriz.

Şiir/Edebiyat topluluklarının örneğin İkinci Yeni’den habersiz olmaları, onların günümüz dergileri ile de bağının olmamasına neden olur. Bu bağsızlığın (bağımsızlık değil) tek iyi yanı, geçip gitmemekte olan şiir-dışı piyasa koşullarına uyum sağlayamamaktır. Bu sayede küçük şair anlatılarına saplanan topluluk, onlardan çok daha kötü olan güncel ve şiir-dışı iletişim kulvarına girmeden, kendi küçük dünyasının iç rahatlığını yaşar.

Bu bilgisizliğin kötü yanı ise bu toplulukların yerel şairler tarafından ablukaya alınarak mini fan kadrosuna kolayca alınabilir olmasıdır. Böylece yerel dergilerin potansiyel müşterileri şiir/edebiyat toplulukları olarak da damgalanır. Şairin yerel kalma koşulları ile büyük şairlerin parlak anekdotları arasında kalan topluluklar da melez bir rol model ile birbirini tutmayan yerel-ulusal-evrensel romantizmin sınırlarında koşar (Dada da romantiktir, ama nasıl!).
Biliyoruz ki topluluğun eski yıllarında, Hüseyin Işık’ın benzetmesiyle, Dövüş Kulübü’ndeki terapi grupları gibi geçirdiğimiz zamanlarımız da oldu. Elektrik kesintisini şiirle atlatan kişiler olarak sesli şiir okumaya çalışıyor, karanlığa koşuyorduk da. Kendimizden üçüncü bir kişi gibi bahsettiğimiz toplantılar da olmuştur. Sonra düzensiz toplantılar başladığında, içeri giren dergiler yasak meyve’nin mastürbasyon sayısıyla kesilip “ne oluyor” denildiğinde, toplantılarda Mahfil’i tartışabiliyorduk, Sonat ise çoktan çıkmaya başlamıştı, Aralık 2007. Kampüsü değiştirme arzusu içinde modaya ilişkin yargılarımız, bir öğrenci ne ise onun olmamasına ilişkin “şiirin tersiyle” astığımız açılış afişi ve okulun duvarındaki stencilin orada kalması ne kadar şiirselse, biz de o kadar zor idik.

Ege Üniversitesi Şiir Topluluğu (eşit) bir üniversite öğrenci topluluğudur, ama bugün 100’den fazla üniversitede neden böyle bir oluşum olmadığı da tekrar tekrar düşünülmesi gereken bir konudur. İşte müthiş bir şaka olmakta olan bu topluluk bir gün, “fazla ciddiye aldınız beyler, biz sadece şiir yazıyorduk” da diyebilir. Üstelik bu çok ciddi bir şeydir.

Bütün bu nedenlerden ve bütün bu son 20 yılı kesintili ve bu son 8 yılı kesintisiz bir iniş-çıkışla geçen ve Sonat ve Ş gibi dergiler çıkarabildiği, Yenilgi Günlüğü gibi bir dinleti, Uluma gibi sitüasyon bir etkinlik yapabildiği ve ardından 2000 Sonrası Türk Şiirini konuşabildiği için, Ege Üniversitesi Şiir Topluluğu’nun (eşit) 20. yılını kutluyoruz.

0 yorum:

Yorum Gönder